Mustafa AĞATEKİN
Ferda TAZEOĞLU FİLİZ
Tuğla yapı hafızasını taşıyan, neredeyse her dönemde farklı biçimlerde ve üretim teknikleriyle mimaride kullanılan en eski malzemelerden biridir. İnsanın kendisini dış çevreden ayıran bir boşluk yaratma istenciyle ortaya çıkan ve mekân yaratma arayışlarının paralelinde gelişen tuğla, başlangıçta taş, kırmızı çamur, kerpiç gibi yerel malzemeler kullanılarak üretilmiştir. Bu süreçte tuğla, dış ve iç mekân arasında ki sınırları belirlerken, yapının ana taşıyıcı unsuru olarak işlev kazanmıştır. Yapı endüstrisinde gerçekleşen gelişmeler; beton ve demir gibi yapı elamanlarının mimaride kullanılmaya başlanması, tuğlanın temel işlevi olan, “yapının taşıyıcı unsuru” niteliğindeki dönüşümlere kaynak oluştururken, tuğla, yapıya dekoratif birtakım özellikler katmak ve yüzeyi kaplamak için kullanılan bir yapı elamanına dönüşmüştür.
Cephe ve yüzey mimarisi kavramlarının gelişimi, mimari mekânlar için yeni yüzey ve biçim önerileri geliştirilmesini tetiklerken, daha organik bir yapı pratiğinin yaratılmasına sebep olmuştur. Bu süreçte ekstrüzyon araçlarının mimaride kullanımı, tuğlanın boşlusuz olarak üretilmesine olanak sağlarken, tuğlanın yüzey ile kurduğu dekoratif ilişkilerin gelişmesini de zorunlu hale getirmiştir. Otomasyon sistemlerinin ve katmanlı üretim teknolojilerinin yapı endüstrisine entegrasyonu ve daha sürdürülebilir bir yapı pratiği arayışı, tuğlanın taşıyıcı bir yapı elamanı olmasının ötesinde, yapı pratiğinde bir tasarım unsuru, yapıya yeni birtakım özellikler kazandıran bir araç olarak kullanılmasına olanak sağlamıştır. Araştırmada, günümüzde mimari pratiği içinde tuğlanın kullanım biçimindeki dönüşümler örnekler üzerinden incelenerek değerlendirilmiştir.
Anahtar kelimeler: Mimari, Tuğla, Seramik, İnovasyon, Yapı