Cihan TUNCER
Kadın, tarih boyunca kendini egemen özne olarak kuran erkeğin ötekiliği dayattığı bir konuma itilmiştir. Bu konumlanış sorununda elbette ataerkil toplum tarafından biçimlendirilen toplumsal cinsiyeti belirleyici olmuştur. Cinsiyetin kültürel yorumu veya cinsiyet üzerine bir anlam işlemesi olan toplumsal cinsiyet yapay ve ötekileştirici bir karakterdedir. Öyle ki toplumsal cinsiyet, kadını belirli rollere sıkıştıran dolayısıyla aşkınlığını engelleyen bir fenomendir. Erkek aşkınlığı ile ön planda iken toplumsal cinsiyet kadına çoğunlukla annelik, cinsel partnerlik, ev işleri gibi dişilik işlevleri tanımlar. Kadının bu sorunlu durumu aynı zamanda bir bilgi sorunudur. Öteden beri felsefeden mitolojiye, tarihten siyasete bilgiyi üreten eril us (mind of men) olduğundan kadının bilginin nesnesi olması ve zihnen yadsınıp bedeniyle tanımlanması kaçınılmaz olmuştur. Zihnen yadsınan kadın, eril düşünce tarafından “duygusal, tutkularının peşinden koşan, düşünmeyen ve bilgi edinmeden yoksun” olarak imlenmiş, geleneksel ve modern toplumlarda cinsel bir partner, soyun devamlılığı için gerekli bir beden olarak kodlanmış, tüketim toplumunda medyada fetiş bir değere/cinsel nesneye dönüştürülmüş, görsel sanatlarda erotik, seyirlik bir nesne olarak içkinliğe hapsedilmiştir. Ataerkil düzenin kadını ikincil konuma/ötekiliğe ve cinselliğe yargılayan tutumu elbette yazında da kendine yer bulmuştur. Feminizmin 1960’lı yıllarda yazına yönelmesiyle öncelikli amacı kadının yazındaki kurgulanışını, tiplemelerini ortaya çıkarmak olmuş, bu amaçla feminist eleştiri kuramı geliştirilmiştir. Bu çalışmada Alman yazınının tanınmış yazarlarından olan Stefan Zweig’ın seçilmiş öykülerinde kadın imgesi araştırılmış, yöntem olarak okura yönelik feminist edebiyat eleştirisi benimsenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Stefan Zweig, toplumsal cinsiyet, kadın, içkinlik, aşkınlık, cinsellik, ötekilik